Çalıkuşu: Türkçe Kadının Tensel Eğitimi

2003 yılında altkitap’ta yayınlanan “Keyfî seçilmiş kitaplar için yayınlanmamış önsözler”den oluşan  Bir Kitabın Eşiğinde,  içinde bir sürü nefis yazıyla orada herkesin erişimine açık,  duruyor gerçi ama bu yazıyı da bloga koymak istedim. Çalıkuşu için yazılmış bir önsöz bu. Bugün olsa daha acımasız davranırdım belki hem Çalıkuşu’na, hem Reşat Nuri’ye, hem de Cumhuriyet’e ama bu yazı bir tür şapka çıkarıp selamlama gibi olmuş.

Türkçe Kadın: Çalıkuşu

Kadın mı doğulur, kadın mı olunur? Kadınlık, biyolojik kaynaklı bir öz müdür yoksa toplumsal olarak öğrenilebilir bir davranış kodları bütünü, bir varoluş şekli mi? Her makul yaklaşım gibi, ikisi de cevabına meyledilebilir kuşkusuz. İkici karşıtlıkların sınırlılığından haklı olarak kaçılabilir. Başlangıç verilerinin dondurulmuş kaderci zorunluluklar olarak sunulmasına isyan edilebilir. Kadın olma halleri olduğu kadar kadınlığı öğrenme biçimleri de vardır çünkü. Çalıkuşu, Türk kadınlarının okul yüzü görmüş kesimlerinin “kadın olma biçimini” en çok etkilemiş eser olarak çıkar karşımıza. Bir erkeğin yarattığı bu kadının, Cumhuriyet projesinin tahayyül evreninin en kalıcı figürlerinden biri olduğu açıktır. Benim gibi pek çok kadın da Türkçe kadınlığı ondan öğrenmiş ve yaşatmıştır eminim. Kendisi olabilmek için kaçıp gitmeyi, başka bir hayatı başka bir yerde kurmayı hayal edebildiyse Feride, bunu mümkün kılan anlayış, yerleşmemiş de olsa kadının da bir birey olabileceği düşüncesidir. Reşat Nuri, Çalıkuşu’yla Cumhuriyet kadınına Odisesini armağan eder. Kahramanın yolculuğuna hak kazanmıştır kadın. Evinden uzaklaşabilecek ama oraya geri dönebilecek, dönüşecek ama kendisini bulacaktır. Annesiz bir çocuktur Feride: Türkiye Cumhuriyetinin çocuğudur,  geleneğinin değil. Babası bir asker olarak, o dönemin modernleşme projesine en açık kanadındadır. Onu rahibelerin kucağına teslim ederken, kızı için iyi bir eğitimin ne anlama gelebileceğinin farkındadır.

Çalıkuşu Yeşilçam'da

Çalıkuşu’nun haylazlığı, her halükarda kadınların -ister teyzelerin ister rahibelerin- temsil ettiği bir düzenlilik evreninin içine sığmayan bir yaşam enerjisinin göstergesidir. Kendi kendisiyle ne yapacağını, kendisini nereye koyacağını bilemez Feride; öksüzdür ama kimsesiz değildir; çevresi kalabalıktır ama yalnızdır; gururludur ama minnet borçludur. Kâmuran’ı küçümsemekten başka çaresi yoktur sanki, çünkü onun hakim olduğu hazlar ve hisler dünyasının dilini bilmemekte, kendisini dilsiz bir çocuk gibi hissetmektedir. Kâmuran’ı efemine bulmasının ama yine de ona doğru çekilmesinin nedeni, onun kadınlığa yakın sayılan iç dünyanın, özel alanın diline hakim olmasıdır.Tensel eğitimi yoktur Feride’nin ve libidosu sınıflardan ağaçlara, fondan kutularından kolanlı salıncaklara, oradan oraya savrulur. Hazzın dilini bilmez ve yaklaştığında paniğe kapılır. Fondanların ağızda eriyişinin yarattığı histen korkar ve onu tüm sınıfla paylaşarak suçunu hafifletir; Kâmuran ile kolanlı salıncakta giriştiği mücadele, histerinin gözyaşlarıyla sonuçlanır çünkü artık yenilgisini kabul etmek zorundadır. Mesele, Kâmuran’ın ondan daha cesur olduğunu ispatındadır kuşkusuz ama salıncaktan düşmek konusunda değil; giderek hızlanan temposu ve ikisinin de kan dolaşımlarını hızlandırarak ter içinde bırakan heyecanı, açıkça cinsel ilişkiyi çağrıştırmaktadır. Kadın, bunu bir yenilgi olarak yaşamaya mahkumdur, arzusunu eş derecede özgürlük ya da sınırlılıkla ifade edemediği sürece. Çünkü iyi kadınlar “bunu” öyle uluorta arzu etmezler, iyi kadınlar “bundan” kaçarlar ve kime yakalanacaklarını iyi hesaplamak zorundadırlar. Sonunda pes ettiklerinde bir de rakip kadınların varlığı olasılığı, dayanılmaz bir düş kırıklığının yanı sıra, zedelenmiş bir gurura da yol açar.

 

 

 

Gurur benliktir; benliğin, sınırları ihlal edildiğinde can acıtacak, tecavüze uğrayacak alanlarıdır. Feride’nin acısını ifade edebilecek tek şansı, gururuna sığınmaktır ki bu gurur bile ailenin diğer üyeleri tarafından “yersiz” olarak algılanacaktır. Üstelik Kâmuran, ailenin içindendir, Feride, kime kaçsa teslim edilecektir. Anadolu, o karanlık ve bilinmez mekan, kendisini ezik hissetmeyeceği tek seçenek olarak onu bekler. Yerine varamamış arzularını yüceltecektir Feride. Klasik Freudyen bakış açısıyla cinsel isteklerini bastırıp yüceleştirecektir, bir idealin ortak enerjisinin içine katacaktır libidosunu. Meşrulaşacaktır. Ama kadınlık, hiç peşini bırakmayacaktır. Ne köylülerin yalnız bir kadına kuşkuyla bakan gözlerinden, ne İstanbullu hanımların onu istihzalı bir merhametle andıkları sözlerinden kurtulamayacaktır. İki kişi bekler onu korumak için yolunda: doğurmadığı bir çocuk ve sevişmediği bir koca. Feride, kendine sahip kalmak için kadınlığını kurban etmek zorundadır. Ama Gülbeşeker’in yanaklarındaki o boyasız pembelik, libidosunun öyle kolay ölmeyeceğini hatırlatarak umut verir bize. Bir kere Feride, sahici bir güzeldir. Daha doğrusu,  sahici bir güzelliğin kadının değerini tanımlayan koşullardan biri olduğu hatırlatılır bize. Zeyniler Köyü’nün karanlığında, mezarlık ve ölümle tanımlanmış dünyasında Feride varlığıyla ışıldar. O zamana dek kadınlığını reddederek ağaçlarda çalıkuşunu oynayan Feride, istese de istemese de kadınlığıyla yüzleştirilir: o istese de istemese de gülbeşekerdir. Gül ve bülbül, divan edebiyatında aşkın en klasik simgeleridir. Gül yapraklarından elde edilen bir tatlıyla, kısacası yenilebilir bir şeyle özdeşleştirilmesi canını acıtır. Utanç vericidir, bahçedeki gül olarak değil, tabaktaki gül tatlısı olarak görülmek. Nihayetinde sahipsiz sayılır. Attığı her adımda karşısına çıkan kadınlık sınırını ihlal etmek için başvurduğu geçici çözümler gerçek olsalardı Kâmuran’a dönemeyeceğini biliriz.

Eğer gerçek bir evlilik geçirseydi, aşkına yeniden kavuşmaya hakkı olacak mıydı? Eğer gerçekten bir çocuk doğurmuş olsaydı Kâmuran Gülbeşeker’i ne denli sevdiğini ona yine fısıldayacak mıydı? Bir baba figürü olan gölge koca Doktor Hayrullah, son nefesinde talep etmeseydi Feride’nin İstanbul’a dönüp teyzesine gidecek gücü olacak mıydı? Sorular ne kadar çoğaltılırsa çoğaltılsın Feride, kendi macerasını yaşamaya cesaret eden kadının Cumhuriyet için arketipi olarak yerleşmiştir zihin haritamızda. Güzelliği, enerjisi, zekası, cesareti,masumiyeti, neşesi, kısacası onu özenilir kılan her şey, başına iş açacaktır. “Fazla” gelecektir gittiği yerlere; İstanbul konaklarının bahçelerinde, rahibe okullarının merdivenlerinde hoşgörüyle karışık azarlanan Feride, Anadolu’nun kasaba ve köylerinde taşra sıkıntısının boy hedefi haline gelecektir. Ait olduğu mekânlardan çıkar çıkmaz tehlikededir kadın. Kendisini koruyacak bir şeylere ihtiyacı vardır, sahte bir koca, yetim bir çocuk…Feride, başına gelenler yüzünden mazlum konumunda olsa da gittiği her yerde arzulanıp istenen bir kadın olması, onunla özdeşleşme hislerimizi çoğaltır.

Reşat Nuri

Reşat Nuri, tüm bu olumlu özelliklerle donattığı kadından, “hanım hanımcıklığı” almıştır. Ondan esirgediği bu özellik, bir iyi aile kızının sahip olması gerekenler arasında en önemlilerinden biridir. Reşat Nuri, şefkatli bir baba gibi, Cumhuriyet’in kızını ayrıcalıklı bir yere oturtur, diğer kadınlar için geçerli olan sınırlamalardan ayrı tutar. Evet, Anadolu’ya gidişi aslında aşktan kaçmak içindir; evet idealleri için ardında bıraktığı aşığı kendisine sadık biri olsaydı daha bir “kahraman” olurdu; evet arzularını yüceleştirdi; evet dönüp dolaşıp Gülbeşeker olmayı kabul etti; evet gittiği yeri ona işaret eden parmak, babası Cumhuriyet’in parmağıydı ama Feride, kendisine gösterilen yerde durmayı reddederek, kendi macerasının kahramanı olmayı becerdi. İşte bu yüzden, Türkiye’de kadınlar hâlâ onun kanat seslerine kulak veriyor, onun arzuyla kızaran yanakları hâlâ çoğumuza heyecan veriyor.

Nazlı Ökten

Leave a comment

Leave a comment